10 Haziran 2018 Pazar: Basel - Mulhouse
Mulhouse, Basel'e 25-30 dk. uzaklıkta bir Fransa kasabası. Konaklama işi burada Basel'e göre yarı yarıya olduğu için burayı tercih ettim.
İlk gün havaalanından doğrudan buraya geldim. Yürüyerek oteli buldum ve hemen dolaşmaya başladım. Pazar günü ölü şehir olur diyorlardı, haklıymışlar. Ama ben o sakinliği sevdim. Kilisesini, müzesini dolaşıp biraz sokaklarda gezindim. Sonra da ana meydanında, açık havada bir yer bulup oturdum.
Akşam erken vakitte otele geldim, biraz uzanıp gece çıkarım dedim ama yatış o yatış. Bir gece uykusuz kaldıktan sonra o kadar yola dayanamamışım.
Pazartesi günü Basel'den sonra tekrar Mulhouse'a dönüp yine dolaştım. Ama bu sefer de saat itibarıyla sanırım bir çok yer kapalıydı. Bir gün önce oturduğum bar ve civarındakiler de dahil. Ama bir kaç ara sokakta minik şarap evleri var ki hem kalabalık hem de neşeliydiler. Burada her yerde Türk marketleri ve dönerciler var. Türk marketleri sanki terk edilmiş gibi duruyor. Kapatacaklarmış da son malzemeleri elden çıkarmaya çalışırlarmış gibi, karanlık, boş raflı ve sevimsiz mekanlar. Yelekli ceketli takımlar giymiş, kasketli adamlar "Şu siyasetçi yanlış yaptı, bu burada hata yaptı." diye konuşup duruyorlar Dönerciler de tatsız duruyorlardı hiç birisine girmedim. Genellikle Afrikalılar buralarda oturuyorlar, sanırım daha hesaplılar. Bir kaç kebapçı ve pastane de gördüm Türk asıllı. Onların market ve pastaneleri de böyle köhne mi duruyor diye girip baktım, alakası yok. Pırıl pırıl, aydınlık ve keyifli mekanlar. Her şeyi yemek istiyor insan. Salı sabahı buradan Colmar'a geçeceğim, bakalım orada beni ne bekliyor. Hava yine yağmurlu gibi ama otelim şehir merkezinde; herhalde fazla ıslanmam kaçmam gerekirse. Bazılarınız için sıradan bir gezi gibi görünebilir ama benim en büyük hayallerimden birisiydi, tursuz ve yalnız dolaşmak. Dolayısıyla benim için büyük bir macera.
11 Haziran 2018 Pazartesi : Mulhouse - Basel - Mulhouse
Bugün Basel günüydü. Sabah, dün öğrendiğim yoldan yürüye yürüye tren garına gidip trene bindim. Dün bindiğim istasyonu (St. Louis) görünce geldim diye indim ama son anda ana tren garına ( Basel SBB) gitmem gerektiğini fark edip geri bindim.
Hayvanat bahçesi olduğunu duyunca önce oraya gittim. Ne kadar zaman harcayacağımı bilemediğim için onu önce hallettim ki 3 saat kadar sürdü. Sonra şehir merkezine doğru yürümeye başladım ve eş zamanlı olarak yağmur da başladı.
Biraz binalara ( kilise, müze, sergi alanı) biraz da saçak altlarına sığınarak dolaştım ama zor oldu tabi. McDonalds’da meyhane hesabı ödeyip bir yerde de çaydanlık fiyatına bir bardak çay içip tekrar gara geldim.
Değişiklik olsun diye otobüsle dönmek istedim ama güvenip internetten bilet de almadım, otobüste alırım dedim. Otobüste biletin internetin 3 katı olduğunu bilmiyordum tabi. Tekrar trenlere yöneldim. Mulhouse trenini ve bilet gişesini bulamayınca sordum ve öğrendim ki benim dolandığım Almanya istasyonuymuş. Fransız istasyonu başkaymış. Ki ben de neden inince bu kocaman istasyonu nasıl hiç farketmemişim diye düşünüyordum zaten.
Mulhouse Basel arası zırt pırt tren var. Birisine bindim gidiyorum şimdi. Hava açık. Mulhouse da açıksa bir de gecesine bakayım oranın.
12 Haziran 2018 Salı : Mulhouse - Colmar
Gece aralıklı ama iyi uyudum. Yağmur sabaha karşı durdu. Pencerelerin üzerine yağmur cama gelemesin diye bir şey yapmışlar, yağmur tıpır tıpır oraya vuruyordu tam uyumalık. Ama arada sanki taş çarpar gibi bir ses de çıkıyordu. Alışana kadar debelendim sonra kaymışım.
Sabah kapalı havaya uyandım. Normalde bayılırım da, sokaklarında dolanmak için geldiğim şehirde yağmasa da olurdu.
Dün her yerde gördüğüm muhteşem vitrinli pastaneye (Poulaillon) gidip kahvaltı ettim. Kekler başta olmak üzere her şey harikaydı. Her yerde varmış sanıyorum, daha denk geleceğim gibi.
Sonra bu havada sokakta dolanacağıma gidip garda oturayım deyim gara geldim. Yağmur da çiseleyince tramvaya bindim. Ve kötü sürpriz : Kredikartım çalışmıyor. Bozuk parayla bilet alıp bindim.
Kredikartının geçici bir sorunu olduğunu sandımdı ama garda bilet alırken de cevap vermedi. Bakalım bir sonraki alışverişte ne olacak.
Colmar trenindeyim şimdi. Hava hala kapalı ve orada da kapalı ve yağışlı olacak gibi.
Neyse dışarıyı seyredeyim biraz hep dışarıdan trenlere bakacak değilim ya.
Öğlen vakti Colmar’a vardım. Hava yağdı yağacak gibi duruyordu. Daha önceden çalıştığım güzergahtan otele doğru yürümeye başladım ve yine yağmur da benimle birlikte çiselemeye başladı. Neyse ki sadece çiselemekle kaldı ve ben ıslanmadan otele vardım. Otelde girişlerin üçte olduğunu ve daha bir buçuk saatim olduğunu öğrenince bavulumu otele bırakıp erken bir tura çıktım.
Benim tekrar dışarı çıktığımı gören yağmur bu sefer yağmaya başladı. Zaten planımda olan şehir turu yaptıran küçük treni tam karşımda görünce hemen atladım. Yağmur biraz sakin biraz çılgın gibi yağarken ben yarım saate yakın trenle şehri dolaştım. Öyle ana yollar falan değil bildiğiniz ara sokaklardan hatta anca geçebileceği aralardan geçti. Bir teyzeyi ezer gibi yapıp başka birinin çantasına takıldı ama can kaybı olmadan turu tamamladık.
Tren turu bitince daha vaktim olduğunu görüp kapalı pazar yeri olarak bilinen yere gittim. Burası peynirden et ürünlerine, sebzeden pastane ürünlerine, çaydan bira ve şaraba kadar her türlü şeyin satıldığı bir pazar. Tam da Petite Venise (Küçük Venedik) denilen yerin kıyısında. Bir pretzel bir de çay alıp nehrin kıyısına yapılmış iskelemsi yerde, şemsiye altında götürdüm. Pazar yeri tahminimden küçüktü. Burayı asıl yılbaşı zamanı görün diyorlar. O zaman dışına da bir sürü yer kuruluyormuş. Bakalım görürüm belki. (Aralık 2023 için planlandı.)
Sonra çantamın ve kendimin yağmurluğunu giydirip otele doğru yola koyuldum. Koşturarak otele geldim, zira felaket yağmaya başladı ve Colmar’ın saçakları Basel’inkilerden küçükmüş. Biraz odada oyalanıp, baktım yağmur dindi, bu sefer kamerayı almadan ön bir tur yapayım dedim.
Yarım saat falan dolaşırım dediğim “ön tur” 3 saat kadar sürdü
Muhteşem bir kasaba burası. Öncelikle bütün kasabaya hakim bir ıhlamur kokusu var. Her yerde her renkten çiçekler, müthiş cepheli ve süslü binalar. Doyamadım dolaşmaya.
Şimdi yine odaya geldim zira ayaklarım isyan ediyor. Onları biraz dinlendirip hava kararınca tekrar çıkacağım.
Neyse ki rakı satan bir yer yok buralarda hep şarap ve bira, ki ikisini de sevmem. Ama adet yerini bulsun diye bir yo lkenarı mekanına çöküp içeceğim birşeyler.
Saat burada 20:20. Bugünlük bu kadar.
13 Haziran Çarşamba :
Dün öğlenden beri Colmar'dayım. Akşam hem bir yerde bir şeyler içmek hem de Colmar'ı ışıklandırılmış haliyle fotoğraflamak istedim ama platonik sevgilim yağmur peşimi bırakmadı. Peşimi bırakmamakla kalmayıp müstesna yerlerime ulaşmak için bir de rüzgarla işbirliği yapmış ki namusunu zor kurtardı. Şey, ben zor kurtardım yani.
Şaka bir yana, değil fotoğraf çekmek dolaşmak bile imkansızdı. İlk bulduğum tenteli mekanda kuytu bir köşeye oturup garsonun koşarak bana gelmesiyle heveslenip, kapatıyoruz demesiyle hevesimi alıp kalktım. "Bütün Colmar kapanır bu saatte" gibi bir şey söyleyip eliyle bir yerleri tarif etti. Nasılsa dışarıdayım bakayım deyip az daha koşturunca yine tenteli bir yer buldum. "Açık mısınız ?" sorusuna aldığım" Yemek için mi?" sorusunu "İçmek için." diye cevaplayınca oturmaya hak kazandım. Beyaz ve küçük bir bira söyleyip yağmuru, yağmurdan kaçanları ve yağmurdan kaçamamış olup tadını çıkarıyormuş gibi sakin sakin yürüyenlerin gizli gizli titremelerini seyrettim.
Yağmur ve rüzgar giderek hızını arttırdı. Sonra baktım o mekan da toparlanıyor, ben de hesabı isteyip kalktım. Fazla ıslanmadan da otele geldim.
Bu sabah ise kapalı ve serin bir havaya uyandım. Bütün gün neredeyse o şekilde geçti; bir giyinip bir soyunarak saatlerce dolaştım.
Colmar'da kaybolmak çok kolay zira yolu öğrenmiş bile olsanız bir sokak sizi cezbediyor, girip çıkarım derken oradan başka bir sokağa geçip sonunda kayboluyorsunuz. Ama kaybolmaya devam ettikçe yine merkeze ulaşıyorsunuz. İşin püf noktası şu : "Binalar moderlenşince başka yöne sapın."
Müzelerle pek ilgim yoktur, şöyle bir önlerinden geçtim varsa bahçelerine girdim, kilislere bakındım, gondol/tekne turu yaptım, bir kaç mola verip bir şeyler yiyip içtim. Buralarda hamur işi durumları felaket. Pastaneler cennet gibi. Neye bakacağını, neyi yineceğini şaşırıyor insan. Değişik tasarımlı bir kaç özel bina var onları inceledim. Ha binalar demişken hepsi ilginç de bazıları tarihi olarak bayağı değişik.
Burayı güzel yapan en önemli şey binalar ve çiçekler. İkisini "ve" ile birbirinden ayırmak pek de mümkün değil aslında. Zira iç içe geçmiş durumdalar. Her yer renkli ve ilginç dekorlarla kaplı binalarla dolu ve binalar dahil her yer çiçek. Bu arada hiç bir yerde burnunuzu rahat bırakmayan bir ıhlamur kokusu bütün kasabayı sarmış durumda. Yeri gelmişken küfretmeden geçmek istemiyorum : Ulan suşici o nasıl çöp kokusuydu öyle sokağa giren kaçıyordu.
18:00 gibi odaya geldim zira ciddi ciddi yoruldum. Günlük adım ortalamam 20.000 civarında. Tatilden önce bu sayının 4000-5000 olduğu düşünülürse ayaklarıma hak vermemek elde değil.
Şarjları tamamlayıp, fotoğrafları aktarıp ve yedekleyip biraz da yayılıp tekrar dışarı çıkacağım. Hava soğuk olacak ama yağış yok gibi duruyor; umarım biraz gece fotoğrafı çekebilirim.
14 Haziran 2018 Perşembe
Bu sabah erkenciyim. Otelden 7:00’da çıktım. Hem perşembe pazarını hem de pazara yakın olan Sandra et Fabrice’i ziyaret etmek istiyorum. Burası da bir unlu mamüller fırını ama çok fazla bahsi geçmiş, merak ediyorum. Dün önünden geçerken toktum ve mekanda oturacak yer yok, dolayısıyla uğramamıştım. Klasik bir kruvasan ile bir muffin aldım. Kruvasanların genellikle hepsi çok güzel, bu da güzeldi. Ama muffin resmen efsaneydi. Koyu renkli görünce çikolatalı demiş bulundum ve kız da hayır diyerek başka bir şey söyledi. Ben ingilizcesini sorunca kız bilemedi, içeri seslendi. Onlar da hatırlamaya çalışırken bir müşteri Almancasını söyledi. İngilizce lütfen deyince o da bilemedi. Ama İngilizce ne olduğunu anlatmaya başladı. O sırada dükkana giren bir hanım nihayet mulberry dedi de şu bizde “orman meyveleri” denen şeylerden biri olduğunu anladım. Kruvasandan pek anlamam ama kekten anlarım ve bu bir harikaydı.
Oraya giderken pazar yerinden geçtim. Mütemadiyen bahsettiğim Küçük Venedik ve Kapalı Pazar yerinin etrafında yiyecek pazarı, biraz daha merkeze yakın kısımda da giyecek ve ıvır zıvır pazarı kuruluyor. Bir kısmı kurulmuş bir kısmı da kuruluyordu ben geçerken.
Adamlar standla falan uğraşmıyorlar. Koskoca şarküteri, römork yapmış gelip parketmiş. Yiyecekçiler genellikle sabit araçlarla gelip dükkanları açmışlar. Meyve sebzeciler ise bizdeki gibi.
Pazar yerinde geceden park etmiş bir kaç araca, manken güzelliğindeki kadın polisler ceza yazıp çektiriyorlardı. Görebildiğim kadarıyla çekmeden önce arabada vuruk çizik var mı diye bir forma not alıyorlar.
Kruvasan ve kek tamam da çaysız olmaz. Aklımda kalan son mekana da oturup bir çay ve bir kruvasan daha söyledim ve bunları yazıyorum. Biraz sonra otelden ayrılıp, yürüyerek yine aynı yollardan geçerek gara ve oradan da Strazburg’a geçeceğim. Tatilin yarısını geçtim ve orası son durak.
Planda Strazburg’u biraz uzun tutmuşum, bakalım günübirlik bir yere kaçabilecek miyim. Hayır, Paris’i istemiyorum
Hava kapalı gibi ama arada güneş çıkıyor ve yağış gözükmüyor. Şimdilik benden bu kadar
14 haziran Perşembe, ikinci kısım :
Strazburg’da selamlar
Notre Dame Katedrali’nin karşısında oturmuş bira içiyorum. Büyülendim. Bu kadar etkileyici bir yapı görmemiştim daha önce. ( Evet sizin bildiğiniz başka bir yer vardır muhtemelen, orayı görsem daha da etkilenirim evet. )
İçine girmeden önce biraz daha seyretmek istedim. Kocaman tabaklarla patates kızartması servis eden bu mekana ( Cafe Kammerzell) geldim ama patatesi yemeksiz vermiyorlarmış. Sadece bira içiyorum mecburen.
10 metre arayla yere yatmış pis bakışlı kadın dilenciler var. Başörtülü şalvarlı tipler, Fransızca dileniyorlar. Nereliler bilmiyorum.
Fransa'nın Alsace bölgesinde (Strazburg - Colmar ve Mulhouse) Amerikan Doları bozdurmam mümkün olmadı. Hiç bir yerde chance/exchance ofisleri yok. Bankaların normal şubelisi zaten nadir onlar da bozmuyorlar. Oteller, postaneler, Hintli telefon satıcıları vs. hiç birinde bozdurmak mümkün olmadı. Çok ilginç cevaplar aldım . Strazburg'da postanedeki adam "Sadece ocak ayında." dedi mesela. 3 defa sordum ama hala yanlış anlamış olduğuma inanıyorum. En sık verilen cevap ise "Strazburg'da bozduramazsınız, Paris'te belki; Almanya'ya gitmenizi öneririm, orada bozarlar. " En son umut olarak Strazburg'da girdiğim CIC ise pasaport göstermem kaydıyla bozabileceğini ifade ederek bozdu. Konum bilgisi : https://goo.gl/maps/mSr2Dj7qBnS2 Tayland'da Türk Lirası'yla Baht almış biri olarak Avrupa'da USD bozduramamak oldukça garibime gitti. Sizlerin de aklında bulunsun, cebinizde EURO yoksa, diğer paralara o taraflarda güvenmeyin diye paylaşıyorum.
Comments